7 Haziran 2009 Pazar

Eski bir mektup...



Eski bir mektup..
15.04.2002

...

Sharkan'a ve Eşine Sevgilerle

Gece yarısı gözlerimde yaşlarla okuyorum yazını. Sacramento'dayım. Buralarda biryerde yüreklerinde aynı hüzünle yaşayan birileri varmış meğer. Amerika çok rahat, Türkiye'yi boşverdim yalanını kendine söylemeyen birileri...

Sırf güneşe bakarak mutlu olabilen bir insandım, yaz aylarında buz gibi bir karpuzu keserken hayatın anlamının onun mükemmel tadında olduğunu düşünebilen. Şimdi umutsuzca arıyorum mutluluğumu alışveriş merkezlerinde, sanki satın alabilecekmişim gibi. Satın aldıkça kendimi tüketiyorum sanki ama bu toplumda mutluluğunu bağlayabileceğin başka birşey vermiyorlar insana. Heryer buz gibi, ilk geldiğimde klimalardan olduğunu sanmıştım, Amerikalıların donuk gülümsemeleriymiş meğer(Hi! Hey!)...

California.. Amerika'nın en güzel yeri. Ama California güneşini bile dondurmuş bu insanlar ruhsuzluklarıyla... Ah bu toprakları, bu zenginliği benim insanlarıma verecektiniz, bugün burası cıvıl cıvıl bir cennetti. Bu yemyeşil sokaklar terkedilmiş gibi sessiz olmazdı, taştan kaleler kurardık biz çocuklarımıza saklambaç oynamayı öğretirdik.. Gençler olurdu bu çimlerin üzerinde yüreğe giden şarkılar söyleyen, içlerinden biri gitar çalabiliyordur mutlaka.. Ankara'nın Yüksel caddesini bilir misiniz?

Evet pistir belki, hatta belki bu akşam geçtiniz oradan ortalığa dökülmüş çöplere söylenerek.. Ama yarın yine geçerseniz benim için bu sefer kenarlarda oturan gencecik insanlara bakın, tüm güçlüklere rağmen içleri dopdolu kıpır kıpır insanlara bakın.. O insanlar dünyada çok az ülkeye nasip olmuş türden insanlardır, ve Amerika'ya hiç olmayan...

Söyleyecek çok şey var aslında.. Daha sadece bir sene olmasına rağmen. Ve inanın söyleyeceklerimin hiçbiri buralar çok güzel, siz de gelin sonucuna çıkmıyor.. Deyin ki vatan hasreti, aile özlemi kötü gösteriyor oraları sana.. Değil. Doğma büyüme bir Amerikalı söyledi bunu, Türkiye'de bir süre kalan bir Amerikalı: "Izmir'de yaşamak isterdim, belki bir koşuşturma bir gürültü ama renkli cıvıl cıvıl, hayat akıp gidiyor sanki. " Oysa burada refah içinde ittiriyor insanlar hayatı, herşey planlı programlı, yapmış olmak için yapıyorsun sanki en güzel şeyi bile.. Tadı tuzu yok deriz ya aynı öyle...

Amerika'ya gelmeyi düşünenlere tavsiyem: Okumak için gelin buraya, eğitim için, bütün dünyada konuşulan ikinci bir dili öğrenmek için. Ve bilginizi alın Türkiyeme götürün. Cennet ülkemize bir fayda sağlayın. Bakın buralarda neler güzel, ama kendinizi o güzelliklere bırakmak sadece kendi keyfinizi rahatınızı düşünmek için değil onları alıp bizim ülkemize uygulayabilmek için.. Daha mutlu olacağınızı garanti edebilirim, burada rahatlık var mutluluk yok...

Amerikalıların sahip olduğu herşeye kendi ülkemizde sahip olabiliriz. Ekonomik refaha, altyapıya, tertemiz caddelere.. Bunlar imkansız değil. Ama onlar bizim ruhumuzdaki ateşi, millet duygumuzu, yürek ısıtan insancıllığımızı, dünyaya değer sımsıcak adetlerimizi herşeylerini verseler de alamazlar.. Bırakın onlar üzülsün derdine yansın, biz Amerika olamadık diye asla üzülmeyelim.. Elbet toplarız çöplerimizi sokaklardan,elbet düşer enflasyon birgün...

Arabanın camlarını açıp bangır bangır Türkce müzik çalarak gidiyorum ben caddelerde.. "DUA GIBI BÜYÜ GIBI EZBERLEDIM HASRETINI YARIM ISTANBUUUUUUL..." Şu Akdeniz ezgileri bir parça yüreklerini ısıtır belki diye.. Çocukluğumu düşünüyorum; yaz sabahları sütçünün geldiğini haber veren canım komşumu; okuldan gelince evde yoksa annem, apartmanda her komşunun kapısını çalıp içeri oturabildiğimi, beni yedirip içirdiklerini; ayrılırken gözlerinden yaşlar boşanan dostlarımı, o içli şarkıları düşünüyorum...

Bu gece bu yazıyı yazmama sebep olan Sharkan kardeşim, eşinle yüreğinizi ferah tutmanız ve o yazıda yazdığın herşeye tekrar kavuşmanız dileğiyle... Sacramento caddelerine sıcak bir merhabayla karşılaşırız inşallah...

sevgiler en bitane kankam

sevgiler...

28 Mayıs 2009 Perşembe

İnsan Ayarlanabilir Bir Makinedir..



Ayar konusuna içtenlikle katılıyorum, ayarı kaçmış/bozulmuş okadar çok insan var ki..

Neyse, ben yorumsuz başlığın detayını içeren yazıyla sizi baş başa bırakayım..

"İnsan ayarlanabilir bir makinedir.

İnsan ayar düğmeleri içinde, ancak nasıl kullanılacağı kendi keşfine bırakılmış her bir yanı muamma bir makinedir. Kendi kendini değiştirebilir, geliştirebilir, halden hale sokabilir ve yok edebilir.

Yapılan incelemeler göstermiştir ki, yoğun konsantrasyonla insan, kendi kendini öldürebildiği gibi beynini de patlatabiliyor. Bunun tıptaki adı, Hiper Cerebral Elektrosis’tir.

Hiper Cerebral Elektrosis; beyin devrelerinin, insanın kendi elektriğiyle aşırı yüklenmesi durumudur. Beyinde çok yüksek miktarda elektrik akımının geçtiği zihinsel faaliyet sonrasında ortaya çıkar. Bu şekilde ölenlerin çoğu, çok zeki ve tutkulu insanlardır.

Bunun örnekleri İslam tasavvufunda çoktur. Bazı müritler ve aşırı bağlılar, şeyhlerinin veya mürşitlerinin hastalıklarına dayanamayıp, onun yerine kendisinin ölmesini istemiş ve bunu başarmışlardır.

Zihinde gerçekleşen bu takas, gerçek hayata da yansır ve gerçekten ölmeyi bekleyen kalkar, onun yerine ölmeyi arzu eden ölür. "

Tutamadım kendimi, dikkat ederseniz bunun sevgilisinden ayrılan birinin kendini köprüden atmasıyla bir alakası yok. O sadece zayıflık belirtisi. Veya sevgisini göstermek için alnına dayadığı silahın tetiğini çekmekte değil.

Bu başka bir durum.. Sevgini sekille göstermiyorsun fakat an ve an için çürüyor.. Hiper Cerebral Elektrosis sanırım bizim deyimimizle ince hastalık..


22 Mayıs 2009 Cuma

23 Mart 2009 Pazartesi

...


Uzaklardayim..
Cok uzaklarda..

16 Şubat 2009 Pazartesi

Hüzne doğru yolculuğa çıktı..


burada değil..